Ebû Yûsuf Yâkub İbn İshak el-Kindî İslâm toplumunda ilk defa filozof unvanını alan ve Meşşâî okulunun kurucusu olan isimdir.
Kûfe'de doğdu. Aristokrat bir aileden gelen Kindî'nin ataları İslâm öncesi dönemde Güney Arabistan'ın Kinde bölgesinin hükümdarıydı. Hatta beşinci göbekten dedesi olan el-Eş‘as İbn Kays (ö. 642) Kinde meliki iken hicretin X. yılında (631) altmış kişilik bir heyetle Medine'ye gelerek Hz. Peygamber'in huzurunda İslâm'ı kabul etmiş ve onun ashâbı arasına katılmıştır. Hz. Peygamber'in vefâtın-dan sonra bir ara irtidad (ridde) olayına karışan el-Eş‘as, Yemen'e gönderilen ordu tarafından yakalanmış ve esir olarak Medine'ye getirilmişti. Halife Hz. Ebû Bekir'in huzurunda, yaptıklarından nedâmet duyarak tekrar ihtidâ etmiş, halife de onu kendi kız kardeşiyle evlendirmişti. Dolayısıyla Kindî'nin dördüncü göbekten dedesi olan Muhammed (ö. 686) Hz. Ebû Bekir'in kız kardeşi Ümm-i Ferve'nin oğlu olduğu için, onun soyu anne tarafından bu aileye bağlanmaktadır.
Beyhakî gibi oldukça geç dönem tarihçilerinden bazıları Kindî'nin yahudi veya hıristiyan iken sonradan İslâm'ı seçen bir aileden geldiğini söylemektedir. Bu durum, yahudi ve hıristiyan kültüründe çokça kullanılan ve filozofun isim zincirinde de yer alan Yûsuf, Yâkup ve İshak gibi isimlerden kaynaklanan bir yakıştırma olabileceği gibi, bir hıristiyan olan Abdulmesih İbn İshak el-Kindî ile bir karıştırma da olabilir.
Kindî'nin ataları İslâm öncesinde olduğu gibi, İslâmî dönemde de hem Emevî hem de Abbâsî hilâfetinde önemli devlet görevlerinde bulunmuş, bu arada babası İshak İbnü's-Sabbâh (ö. 808) Abbâsî halîfelerinden Mehdî (775-785), Hâdî (785-786) ve Hârûnürreşid (786-809) zamanlarında yıllarca Kûfe valiliği yapmıştır.
Küçük yaşta babasını yitiren filozofun doğum ve ölümüyle ilgili olarak klasik kaynaklarda herhangi bir tarih mevcut değildir. Bu konuda bir yüzyıla yakın bir zamandan beri devam etmekte olan araştırmalarda bazı ipuçlarını değerlendiren araştırıcılar yaklaşık bir tarih tespitine çalışmışlardır. Söz gelimi Mustafa Abdurrâzık, özellikle Kûfe valisi olan İshak İbnü's-Sabbâh'ın Hârûnürreşid döneminin sonuna doğru 808 tarihinde ölmüş olduğunu, babası öldüğü zaman Kindî'nin henüz çocuk yaşta bulunduğunu dikkate alarak onun 801 yılında doğmuş olabileceğini söyler. Ne var ki Kindî, halife Me‘mûn'un 830 yılında kurduğu Beytü'l-hikme kadrosunda yer aldığına göre, o zaman otuz yaşlarında olması gereken filozofun, bu durumda kendisini saraya ve zamanın ilim çevrelerine kabul ettirmesi oldukça zayıf bir ihtimaldir. Dolayısıyla onun, yukarıda anılan tarihten birkaç yıl önce yani 796'da doğmuş olduğunu söylemek gerçeğe daha uygun düşecektir.
İlk gençlik yıllarını Kûfe ve Basra'da geçiren Kindî'nin tahsili hakkında herhangi bir bilgiye rastlamak mümkün değilse de dönemin anlayışı gereği okuma-yazmanın yanı sıra temel din bilgisi ve Kur'an-ı Kerim üzerine dersler aldığında şüphe yoktur. Özellikle bu iki şehirde gelişip kurumlaşan dil okulları, onun dil ve edebiyat zevkinin olgunlaşmasında önemli rol oynadı. Kelâmın Mu‘tezile elinde bağımsız bir ilim olarak şekillendiği dönemde yaşamış olan Kindî'nin Basra'da bulunduğu sırada bu mezhebin Basra ekolünden büyük ölçüde yararlandığı ve diyalektik alanındaki ilk zihnî disiplinini burada kazandığı söylenebilir. Daha sonra ilim ve kültür açısından Ortaçağın en önemli merkezi durumundaki Bağdat'a giderek öğrenimini tamamladı ve ölünceye kadar orada oturdu.
Küçük yaşta yetim kalmasına rağmen aristokrat bir aileden gelmenin kazandırdığı avantajla hayatı boyunca refah içinde yaşadığı anlaşılan filozofun, hem Bağdat hem de Basra'da emlâki bulunuyordu. Bağdat'ta kimlerden ve nasıl bir tahsil gördüğü bilinmemektedir. Fakat o, üstün zekâsı, geniş bilgisi ve başarılı çalışmalarıyla kısa zamanda halife Me'mûn'un takdirini kazanmış, sarayda mûtad olarak düzenlenen din, ilim, felsefe ve edebiyat alanındaki münâzara ve musâhabelere katılma imkânını elde ettiği gibi, Beytü'l-hikme'de çalışan bilgin, kâşif ve mütercimler kadrosu içinde yer almayı da başarmıştı.
Dokuz Abbâsî halîfesinin dönemini idrâk eden Kindî, özellikle Me'mûn (813-833), Mu‘tasım (833-842) ve Vâsık (842-847)'ın yakın ilgi ve desteğini gördü. Hatta Mu‘tasım oğlu ve veliahdı Ahmed'in eğitim ve öğretimiyle ilgilenmek üzere onu görevlendirmişti. Filozofun da eserlerinden birçoğunu bu veliahdın isteği üzerine kaleme aldığı ve ona ithaf ettiği bilinmektedir. Ne var ki, adı geçen üç halîfe Mu‘tezile mezhebini devletin resmî görüşü olarak yürütürken, daha sonra Mütevekkil (847-861) Ehl-i Sünnet yanlısı bir politika izlemiş, bu sırada Kindî gözden düşerek hayatının son yirmi yılını saraydan uzak bir şekilde, belki de münzevî olarak yaşamak zorunda kalmıştı.
Kindî'nin doğumu gibi ölüm tarihi hakkında da klasik kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. Çağdaş araştırmalarda ise 860, 866, 870 ve 873 gibi çok farklı tarihler yer almaktadır. Bunların arasında Mustafa Abdurrâzık, filozofun çağdaşı olan Câhız'ın Kitâbu'l-Hayevân ile Kitâbu'l-Buhalâ adlı eserlerinde ondan söz ederken diligeçmiş kipi kullandığına dikkat çeker. Bu kitaplardan ikincisinin 254 (868) yılında kaleme alındığı ve birincisinin ikincisinden önce yazıldığı bilindiğine göre, Kindî'nin daha önceki bir tarihte ölmüş olması gerektiğini; bunu yaklaşık 252 (866) yılı olarak kabul etmenin daha isabetli olacağını söyler. Diğer yandan De Boer onun 870 yılı civarında hayatta olduğunu iddia ederken, Brockelmann 869'dan biraz önce, Henri Corbin ise 873 yılında öldüğünü belirtir, fakat bunlar konuyla ilgili herhangi bir kaynak göstermezler. Ölümüne kronik romatizmal hastalıkların sebep olduğu anlaşılmaktadır. Söylendiğine göre dizlerindeki ağrıları önceleri yıllanmış şarapla tedavi ederken sonradan şaraba tövbe etmiş ve tedaviyi balla yapmaya başlamış, ne var ki bu durum hastalığının artmasına ve ölümüne yol açmıştır.
İslâmî ilimlerin sistematize edildiği, yabancı ilim, düşünce ve kültür ürünlerinden Arapça'ya tercümelerin Beytü'l-hikme çerçevesinde en verimli bir düzeye ulaştığı, kelâm ve felsefe alanındaki spekülasyonların alabildiğine yoğunlaştığı, çeşitli din ve mezhepler arasındaki mücadelenin kıyasıya devam ettiği IX. yüzyılda yaşamış olan Kindî, bu alanlardaki çalışma ve tartışmalara en üst düzeyde katılan ve kelâmdan felsefeye geçişi sağlayan ilk İslâm filozofudur.
Ne var ki İslâm ilim ve düşüncesinin çiçeklendiği bir sırada, yabancı kültürlere bu kadar fazla açılmanın yerli kültürü pörsütüp gelişmesini önleyeceği endişesiyle bu harekete şiddetle karşı çıkanlar olmuş ve taraflar arasındaki mücadele giderek karşılıklı suçlamalara yol açmıştır. Nitekim Kindî halîfe Mu‘tasıma ithaf ettiği İlk Felsefe Üzerine adlı eserinde bazı çevrelerin yanlış yorumlamasından çekindiği için düşüncelerini serbestçe ifade edemediğinden yakınır ve hasımlarını ağır bir dille şöyle suçlar:
?...gücümüz ölçüsünde, dilin yapısı ve zamanın anlayışına göre o fikirleri bu yolun yolcularına en kısa ve en kolay bir tarzda eksiklerini de tamamlayarak takdim edeceğiz. Bunu yaparken, zamanımızın düşünürü olarak tanındıkları halde gerçekten uzak bulunanların yanlış yorumlamalarından çekindiğimiz için, iltibası gerektiren karmaşık noktaları uzun uzadıya tahlil yerine kısa kesmek zorunda kaldık. Lâyık olmadıkları halde hakkı temsil durumunda olsalar da bunların kıt zekâları gerçeğin esprisini anlamaktan âcizdir. Bilgileri ise yüksek düşünce sahiplerini takdir etme, yararı herkese ve onlara da dokunacak olan ictihad yapma düzeyinde değildir. Bunların hayvânî nefislerinde yer eden haset kiri ve düşünce ufuklarını kapayan karanlık gerçeğin nûrunu görmelerini engellemiştir. Saldırgan ve zâlim düşman durumunda olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kürsüleri korumak için elde edemedikleri ve çok uzağında bulundukları insânî fazîletlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları riyâset ve din tâcirliğidir. Oysa kendileri dinden yoksundur.?
Kindî'nin kıt zekâlılıkla, anlayışsızlıkla, hatta dinsizlikle suçladığı ve zâlim düşman durumunda gördüğü hasımlarının kimler olduğunu tesbit etmek mümkün değilse de bunların selefî akîdeyi temsil eden hadisçilerle kelâmcılar olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bir zamanlar hadis ilmiyle uğraşırken, halkı felsefe ile ilgilendiği için Kindî aleyhinde kışkırtan Ebû Ma‘şer el-Belhî'nin bu tavrını filozof, zekîce geliştirdiği bir planla boşa çıkarmayı başarmış ve onun önce matematik ve geometri, daha sonra da astroloji ile ilgilenmesini, böylece hasmının matematik ve diğer aklî ilimlere sempatiyle bakmasını sağlamıştır.
Ebû Ma‘şer el-Belhî'den kaynaklanan tehlikeyi zekâsı sayesinde kolayca atlatan Kindî, Benî Mûsa (Mûsa Oğulları) diye bilinen büyük matematikçi ve astronom Muhammed ve Ahmed isimli kardeşlerin kıskançlıkları sonucu düzenledikleri komplodan kurtulamamıştır. Filozofun halîfe Mütevekkil nezdinde ne ile suçlandığı bilinmemektedir. Fakat bilinen o ki, halîfe filozofumuzu dayakla cezalandırmış ve adı geçen iki kardeş de Kindî'nin zengin kütüphanesine el koyarak "Kindî Kütüphanesi" adıyla müstakil bir kütüphane kurmuşlar, ancak gelişen bazı olaylar sonucunda kütüphaneyi iade etmek zorunda kalmışlardı. Adı geçen iki kâşif kardeşin hadîs, kelâm ve felsefe ile bir ilişkisi bulunmadığına göre Kindî'ye karşı olan düşmanca tavırlarının sadece onun şöhretini kıskanmaktan ileri geldiği söylenebilir. Bazı araştırıcılar ise halîfe Mütevekkil'in filozofu dayakla cezalandıracak kadar ileri gitmesine sebep olarak onun Mu‘tezilî eğilimli olmasını ve akla nakilden daha çok önem vermesini gösterirler. Gerçek o ki, Kindî Mu‘tezile kelâmcısı olmamakla birlikte Mu‘tezilî fikirlerin yaygın ve hâkim olduğu bir ortamda yetişmiş, dolayısıyla bu mezhebin öne aldığı birçok problemle o da yakından ilgilenmiştir.
Şahsiyeti
Kindî'nin doğumu, ölümü ve eğitimi hakkındaki belirsizlik şahsiyeti için de söz konusudur. Soylu, zengin bir aileden gelmesine ve refah içinde yaşamasına rağmen o, kaynaklara cimri olarak geçmiştir. Tarihe böylesine kötü bir şöhretle geçmesine sebep Câhız'ın Kitâbu'l-Buhalâ'da onun cimriliğini karikatürize etmesidir. Ne var ki oğlu Ebu'l-Abbas Muhammed'e yazdığı rivâyet edilen vasiyette geçen: "Yavrucuğum, insanlarla ilişkin satranç oyuncusu gibi olmalı, onun taşını alırken kendininkini korumalısın!", "Para kuş gibidir, elinde tuttuğun sürece o senin, uçtuğu zaman başkasınındır.", "Cimriliğin değerini şundan anla ki «hayır!» derken başın yukarıda, «evet» derken aşağıdadır." gibi ifadeleri onun aşırı derecede tutumlu olduğunu göstermektedir. Yörede nâdir bulunan hayvanları evinde besleme gibi bir tutkusu da bulunan filozofun bu denli hasîs oluşuna bir anlam vermek cidden zordur. Şu var ki mal konusunda aşırı cimri olan Kindî ilim ve düşünce alanında son derece cömert davranmış, geriye, çağındaki tüm bilgi dallarını kuşatıcı mâhiyette 270 civarında eser bırakmıştır.
Gerek düşünce sistemi, gerekse özel hayatı diğer filozoflarınkiyle kıyaslandığında Kindî'nin İslâm ilkelerine daha çok bağlı olduğu görülür. Yakalandığı hastalığı şarapla tedavi ederken günah endişesiyle bundan vazgeçerek bal ile tedaviye başlaması onun dînî açıdan ne derece duyarlı bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Ayrıca günümüze kadar ulaşan eserlerinde dince kutsal sayılan kavramları ifade ederken son derece ölçülü ve saygılı davrandığı gözlenmektedir.
Felsefî ve ilmî kişiliğine gelince genellikle klasik kaynaklar ondan şu şekilde sitâyişle bahsederler: "O, tüm antik ilimleri kuşatan, bilgisiyle çağının biricik âlimi ve hükümdar soyundan gelen bir Arap filozofudur.", "İslâm milletinde Yunan, Fars ve Hind felsefelerinde derinleşmiş, astroloji ve diğer ilimlerde uzman, hükümdar soyundan gelen bir Arap filozofudur.", "Yaşadığı dönemde o, İslâm filozofu diye adlandırılmıştı.", "O, ilmin derinliklerine dalan, aklî ilimlerle şeriatı uzlaştıran ve birçok eseri bulunan bir mühendisti?.
Ebû Süleyman es-Sicistânî'nin Sıvânu'l-hikme adlı eserini ihtisar eden Ömer İbn Sehlân es-Sâvî ise Kindî'nin İslâm ilim ve düşünce tarihindeki seçkin yerini ve öncülüğünü belirtirken şöyle demektedir: "Araplara ait ilimlerdeki derinliğinden, nahiv, şiir, astroloji, tıp, çeşitli bilgi ve sanat dallarındaki üstün başarısından başka felsefe, matematik ve bunlara ilişkin alanlarda müslümanlardan ilk yetişen odur. Öyle ki bu kadar bilgiyi bir insanın elde etmesi az görülmüştür. Eserlerinin listesi ise bir tomar kağıt tutmaktadır. Me'mûn döneminde Kindî'den önce, çoğunluğu hristiyan olan ünlüler varsa da İslâm toplumunda bu yolu ilk açan o olmuş, sonraki müslümanlar da onu takip etmişlerdir.?
Gerçekten de hemen her alanda kaleme aldığı müstakil eserlerle Süryânî bilgin ve mütercimler karşısında İslâm toplumuna moral güç kazandıran ve ilk kez bu toplumun felsefeyle tanışıklığını sağlayan Kindî olmuştur. Böylece kendinden sonraki nesle zengin bir ilim ve felsefe literatürü bırakırken, Târifler Üzerine adlı eseriyle de kullandığı terminolojiyi ayrı bir eserde toplamayı ihmal etmemiştir.
Ne var ki herhangi bir konuda ilk olmanın insana sağladığı avantajın yanı sıra birtakım dezavantajlar da olacaktır. Nitekim Kadı Sâid Kindî'nin mantık alanındaki eserlerinin çok az yararlı olduğunu, çünkü doğruyu yanlıştan ayırmada temel bir yöntem olan analiz yönteminden (sınâ‘atu't-tahlîl) yoksun bulunduğunu iddia etmektedir. Ona göre, Kindî eserlerinde daha ziyade sentetik bir yöntem (sınâ‘atu't-terkîb) uygulamıştır; oysa ki bu yöntemden ancak mantığı iyi bilenler yararlanabilir. Adı geçen kültür tarihçisinin bu konuda son sözü şöyledir: "Bilmiyorum, bu değerli yöntemi kullanmaktan Yakûb'u alıkoyan bilgisizliği mi, yoksa kıskançlığı mı? İki durumdan hangisi olursa olsun bu onun için bir eksikliktir."
Ne var ki Kindî'nin günümüze intikal eden eserlerindeki mantıkî tahliler karşısında Kadı Sâid'in bu görüşüne katılmak pek mümkün gözükmemektedir. Kaldı ki o, Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı Üzerine adlı risâlesinde bunları konularına göre tasnif etmiş ve her eseri muhtevasıyla birlikte tanıtmıştır. Bu arada Organon' un üzerinde daha çok durarak iki ayrı yerde bunun mâhiyet ve fonksiyonunu ayrıntılı bir şekilde vermiştir. Bununla birlikte Kindî'nin mantıkla ilgili on kadar eserinden hiçbiri günümüze ulaşmadığından bu konuda kesin bir yargıda bulunmak güçtür.
Diğer yandan Lâtin Ortaçağında Alchindus olarak tanınan Kindî, Lâtince'ye çevrilen eserleriyle -Doğu'da olduğu gibi- haklı bir üne sahiptir. Nitekim İtalyan filozofu ve matematikçisi Cardanus Hieronimus (ö. 1576) De Subtilitate adlı kitabında dünyaca ünlü oniki seçkin düşünür ve bilgin arasında Kindî'yi de zikreder ve "Kindî de yine müellifler için örnek bir Arap değil mi? İbn Rüşd de ondan söz eder. Onun basımını sunacağımız altı nicelik hesabıyla ilgili bir risâlesi vardır. Bu risâle bu konuda Kindî'den daha iyisi (daha uzmanı) bulunmadığına tanıktır" diyerek sitayişle bahsetmektedir.
Kindî ve Mu‘tezile
Çağdaş araştırmalarda Kindî'nin Mu‘tezile ile olan ilişkisine dikkat çekilmiş ve bazı ortak problemler üzerinde durmaları sebep gösterilerek o bir Mu‘tezilî veya bu yöndeki eğilimleri ağır basan, kelâmdan felsefeye geçişi sağlayan bir filozof olarak takdim edilmiştir. Şüphesiz bir insanı yaşadığı dönemin sosyal ve kültürel ortamından soyutlayarak değerlendirmek mümkün değildir. Dolayısıyla bir düşünür olarak Kindî de Mu‘tezile gibi o günkü İslâm toplumunun gündeminde bulunan problemlere eğilmiştir. Sözgelimi İlk Felsefe Üzerine adlı eseri başta olmak üzere Türkçeye tercüme edilen felsefî risâlelerinde âlemin ezelîliğini savunan dehrîlere (ateistler) karşı onun yaratılmışlığını mantıkî ve matematik delillerle temellendirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan o, İslâm inanç ve kültür değerlerini savunmak amacıyla hasım çevrelere karşı birçok reddiye kaleme almış; bu cümleden olarak Risâle fî nakzı mesâili'l-mülhıdîn'de dehrîleri; Risâle fi'r-redd ale'l-mâniyye ve Risâle fi'r-redd ale's-seneviyye adlı iki çalışmada İslâm için büyük tehlike oluşturan ve İran aydınlarından kaynaklanan manişeist telakkîleri; Risâle fî tesbîti'r-rusül'de genellikle Hind düşüncesinin etkisinde kalarak nübüvveti inkâr edenleri; Makâle fi'r-redd ale'n-nasârâ'da ise hıristiyanlığı eleştirmiştir.
Kelâmın amacı İslâm inançlarını temellendirmek ve hasımları tarafından İslâm'a yöneltilen eleştirilere tutarlı bir biçimde cevap vermek olduğuna göre şüphesiz Mu‘tezile kelâmcıları Kindî'den önce bu alanlarda çeşitli reddiyeler yazmışlardı. Ayrıca o, Mu‘tezilî görüşlere paralel olarak "salah" ve "aslah" ilkesi üzerinde durduğunu, fakat bunu ferd düzeyinde değil, varlık düzeni (nizâmu'l-kevn) çerçevesinde mütalaa ettiğini; Allah'ın fiillerinin tümüyle âdil olduğu ve burada zulme yer bulunmadığını; günümüze kadar ulaşmayan Risâle fi'l-istitâ‘a ve zamâni kevnihâ adlı eserinde irâde problemi üzerinde durduğunu; nihâyet varlığın oluşumunda ve olayların meydana gelişinde sebep-sonuç arasında bazı mutavassıt etkenlerin bulunabileceğini (tevellüd nazariyesi) bir ilke olarak savunduğunu bilmekteyiz.
Ne var ki Walzer'in iddia ettiğinin tersine, Mu‘tezilî görüşlerin resmî devlet politikası haline geldiği bir dönemde yaşamış olan filozofun aynı problemler üzerinde durmuş olması onun da Mu‘tezilî olduğunu göstermez. Zira burada önemli olan konu ve amaç birliği değil, uygulanan metod ve kullanılan terminolojidir. Bu açıdan bakıldığında Kindî'yi Mu‘tezile safında görmeye imkân yoktur. Bilindiği gibi o dönem kelâmcıları metod olarak "cedel"i, Kindî ise "burhan"ı kullanmıştır. O, sistemini kurarken daha çok matematiksel ve mantıkî kanıtlamalara başvurur. Mantıkî isbat konusunda en çok "kıyâsu'l-hulf" denen ve iki görüşten birinin yanlışlığını göstermek suretiyle ötekinin doğruluğunu ortaya koyma yöntemini benimser. Bir bakıma bu, Eflâtun'un "dikotomi" yöntemini hatırlatmaktadır. Terminolojiye gelince, Kindî kelâmcılarınkinden farklı bir terminoloji kullanmış, yukarıda ifade edildiği üzere bunları Tarifler Üzerine adlı eserinde kitaplaştırmıştır. Kaldı ki şayet o Mu‘tezilî olsaydı şimdiye kadar kelâm literatüründe ve tabakât kitaplarında yerini almış olması gerekirdi. Oysa klasik ve modern kaynakların tümünde o, İslâm felsefesini kuran ilk filozof olarak takdim edilmektedir.
Bütün bu anlatılanlardan sonra De Boer'un: "Kindî, mu‘tezilî bir mütekellim ve Neo-Pitagorik tesirler altında kalmış Neo-Platoncu bir filozoftur." şeklindeki değerlendirmesine ve Hilmi Ziya'nın onu önce Aristocu, sonra Aristo ile Eflâtun'u uzlaştırmaya çalışan, daha sonra Yeni-Eflâtuncu ve nihâyet İslâm'daki yaratma düşüncesinde karar kılan bir filozof olarak göstermesine katılmak mümkün değildir. Eğer adı geçen felsefe tarihçileri Kindî'nin özellikle İlk Felsefe Üzerine ve Nefis Üzerine adlı eserlerini inceleme imkânını bulmuş olsalardı, İskenderiye okulunun Süryânî mütercimler kanalıyla gelen ürünlerini İslâmî görüş açısından nasıl bir arada değerlendirdiğini, dolayısıyla onun düşünce sisteminde iddia edildiği şekilde birtakım aşamaların bulunmadığını göreceklerdi.
Kindî ve Tercüme Olayı
Kindî ile ilgili klasik kaynaklarda ve modern araştırmalarda tartışmalara konu olan bir diğer husus da onun, Beytü'l-hikme kadrosundaki meşhur mütercimlerle yakın ilişki içinde bulunuşundan hareketle Süryanca ve Grekçe'yi bilip-bilmediği ve bu dillerden çeviri yapıp-yapmadığı meselesidir. Kültür tarihçilerinden İbn Cülcül onu, birçok felsefe kitabını tercüme eden ve felsefenin karmaşık problemlerini açıklığa kavuşturan bir tabip ve filozof olarak tanıtmakta, İbnü'l-Kıftî ise Batlamyus'un Kitâbu Ciğrâfiyye el-ma‘mûreti mine'l-arz adlı eserini Süryanca'dan Arapça'ya çevirenin Kindî olduğunu söylemekte, fakat İbnü'n-Nedîm bu eserin adını Kitâbu Ciğrafya fi'l-ma‘mûr ve sıfati'l-arz şeklinde vererek bunun Kindî adına kötü bir tercümesinin yapıldığını, sonradan Sâbit (İbn Kurre) tarafından başarılı bir çevirisinin vücuda getirildiğini bildirmektedir. İbn Ebî Usaybi‘a, bu konuda daha da ileri giderek Ebû Ma‘şer'in Şâzân İbn Harb'in el-Müzekkerât adlı eserinden yaptığı alıntıya dayanarak İslâm toplumunda Huneyn İbn İshak, Sâbit İbn Kurre ve Ömer İbn Ferruhân ile birlikte Kindî'yi en başarılı dört mütercimden biri olarak göstermektedir. Ne var ki ilk üçü için doğru olan bu iddianın Kindî için pek geçerli olduğu söylenemez. Zira anılan iki dilden özellikle Süryanca'yı bildiği kabul edilse dahi tercüme yapacak kadar bildiğini savunmak zordur.
Kindî daha çok, yapılan tercümeleri kontrol ederek dil, uslûp ve terminoloji açısından gerekli düzeltmeleri yapmaktaydı. Sözgelimi yanlışlıkla Aristo'ya mal edilen ve Plotinus'un Enneades adlı eserinin IV-VI bölümlerinden ibâret olan ve Theologia adıyla anılan eseri Abdulmesih İbn Nâime el-Hımsî'ye tercüme ettirmiş, sonra kendisi üzerinde gerekli düzeltmeleri yaparak halîfe Mu‘tasım'ın oğlu Ahmed'e takdîm etmişti. İbnü'n-Nedîm ise Kindî'nin anılan kitabı tefsir ettiğini söylüyorsa da her halde buradaki tefsiri, bilinen anlamıyla değil, dar anlamıyla yani bazı müdahaleler ve düzeltmeler şeklinde yorumlamak yerinde olacaktır. Hatta tercüme olayını da bu bağlamda anlamak mümkündür. Zira iddia edildiği gibi o, anılan ünlü mütercimler arasında yer almış olsaydı yaptığı tercümeler bir veya iki eserle sınırlı kalmaz, diğerlerininki gibi bir literatür oluşturacak kadar çok olurdu.
Bu konuda bir başka husus da şudur: Şayet filozofumuz anadilinden başka dillere âşina olsaydı en azından Fârâbî'nin Kitâbu'l-Hurûf ve el-Elfâzul-müsta‘mele fi'l-mantık adlı eserlerinde Arapça kavram ve terimlerin Grekçe, Süryanca, Farsça ve Soğudça'sını vererek birtakım mukâyeselere girişmesi gibi onun da en azından bazı terimlerin bu dillerdeki karşılıklarını vermesi gerekirdi. Oysa bugün mevcut olan eserlerinde böyle bir şeye rastlayamıyoruz. Sadece bir istisna olarak Târifler Üzerine'de intikam duygusu demek olan "ez-zahl" teriminin Yunanca'da gizlilik ve gözetme anlamına gelen kelimeden türetilmiş olduğunu söyler. İşte yukarıdan beri gösterilen gerekçelerden ötürü Kindî'nin bu dilleri tercüme yapacak kadar bildiği ve hatta ünlü bir mütercim olduğu yolundaki görüşlere katılmak mümkün görülmemektedir.
Eserleri
İslâmî ilimlerin tedvin edildiği, Eskiçağ ilim ve düşünce ürünlerinin Arapça'ya yoğun bir şekilde çevirildiği dönemde yaşamış olan Kindî, gerek teorik, gerekse pratik bilgi şubelerinin hepsine ilgi duyan, felsefeden tıbba, matematikten astronomiye, ilâhiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehânete ve nihayet kimyadan leke tozuna kadar her alanda eser vererek zengin bir külliyat vücuda getiren ansiklopedik bir filozoftur. Eserlerinin klasik kaynaklarda yer alan listelerine bakıldığında, çoğunluğu risâle (kitapçık) mâhiyetinde olmak üzere, bunların sayısının 228-281 arasında değiştiği görülür. Bunlardan önemli bir kısmını talebesi ve halîfe Mu‘tasım'ın oğlu ve veliahdı olan Ahmed'in isteği üzerine kaleme almış ve ona ithaf etmiştir. Bu kadar çok kitap yazmasının, o günün İslâm toplumunda özellikle aklî ilimler alanındaki boşluğu doldurma düşüncesinin bir sonucu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Aynı konuda birden çok eser yazması ise bir konu hakkında kendisinden muhtelif zamanlarda bilgi isteyen dost ve talebelerine verdiği hemen hemen aynı mâhiyetteki cevapların sonradan literatüre farklı isimlerle geçmiş olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Nitekim Âlemin Sonluluğu Üzerine, Sonsuzluk Üzerine ve Allah'ın Birliği ve Âlemin Sonluluğu Üzerine adlı risâleler bu görüşün doğruluğunu destekler mâhiyettedir.
Kindî'nini eserlerini konularına göre on yediye ayırarak sistematik bir tasnife tabi tutan ve düzenlediği listede bunların sayısını 241 olarak tespit eden ilk kaynak İbnü'n-Nedîm'dir.Sonradan İbnü'l-Kıftî bu sistematiğe bağlı kalmakla birlikte listesinde verdiği eser sayısı 228'dir. Ne var ki bu iki müellifin sistematik tasniflerinin çok dikkatli yapıldığı söylenemez. Sözgelimi fizikle ilgili Sem‘ul-kiyân adlı risâle mantık kitapları arasında; psikoloji alanına girmesi gereken aklın mâhiyet ve fonksiyonunu konu alan fi'l-Akl isimli risâle ise felsefeyle ilgili kitaplar arasında gösterilmiştir. İbn Ebî Usaybia ise herhangi bir tasnife yer vermeksizin listesinde 281 eserin adını sayar.
Bir asrı aşkın bir zamandan beri Kindî üzerindeki modern araştırmalar devam etmekte ve eserleriyle ilgili çeşitli kataloglar vücuda getirilmektedir. Bu cümleden olarak İzmirli İsmail Hakkı Felsefe-i İslâmiyye Tarihi I, el-Kindî (İstanbul, 1338) adlı çalışmasında daha çok İbnü'n-Nedîm ve İbn Ebî Usaybia'nın listelerine dayanarak yeni bir liste düzenlemiş, eser sayısını 272 olarak tesbit etmiştir.Abbas el-Azzâvî bu eseri Feylesûfu'l-Arab Ya‘kûb İbn İshâk el-Kindî (Bağdad, 1382/1963) adıyla Arapça'ya çevirmiş, gerekli dipnotlardan başka sonuna "Müellefâtü'l-Kindî ve eseruhâ fi'l-evâsıtı'l-ilmiyye" başlığı altında bir bölüm de eklemiştir.
Bu konuda en kapsamlı çalışmayı et-Tesânîfü'l-mensûbe ilâ feylesûfi'l-Arab (Bağdad, 1382/1962) adlı bibliyografik eseriyle Yusuf Makkarsî el-Yesû‘î'nin yaptığını belirtmemiz gerekir. Üç bölümden oluşan bu araştırmanın birinci bölümünde müellif klasik kaynaklara, modern araştırmalara ve çeşitli kataloglara dayanarak Kindî'ye ait olduğu iddia edilen 361 eseri tanıtmıştır. İkinci bölümde ise bu külliyattan günümüze kadar gelmiş olanların bulundukları kütüphaneleri, yayımlananları, gerek ortaçağda gerekse modern dönemde çeşitli dillere çevrilenleri araştırarak bunların 83 adet olduğunu tespit etmiştir. Üçüncü bölümde de yukarıda adları anılan üç klasik kaynakta yer alan listeleri vermiş, bu arada İbn Ebî Usaybia'nın listesindeki eserleri el-Fihrist'i örnek alarak 17 başlık altında tasnif etmiştir. Bu çalışmadan dört yıl sonra George N. Atiyeh Al-Kindî The Philosopher of The Arabs (Rawalpindi, 1966) adlı eserinin sonunda (s. 148-207), klasik kaynakların yanısıra daha ziyade Makkarsî'ye dayanarak Kindî'nin eserlerini oldukça ayrıntılı bir biçimde tanıtmış ve külliyatın 270 kitaptan oluştuğunu tespit etmiştir.
Bütün bunlardan sonra külliyattan ancak çok az bir kısmının günümüze intikal edebildiğini dikkate alarak hem klasik kaynaklarda hem de modern araştırmalarda verilen listeleri ihtiyatla karşılamak gerekir.
Kûfe'de doğdu. Aristokrat bir aileden gelen Kindî'nin ataları İslâm öncesi dönemde Güney Arabistan'ın Kinde bölgesinin hükümdarıydı. Hatta beşinci göbekten dedesi olan el-Eş‘as İbn Kays (ö. 642) Kinde meliki iken hicretin X. yılında (631) altmış kişilik bir heyetle Medine'ye gelerek Hz. Peygamber'in huzurunda İslâm'ı kabul etmiş ve onun ashâbı arasına katılmıştır. Hz. Peygamber'in vefâtın-dan sonra bir ara irtidad (ridde) olayına karışan el-Eş‘as, Yemen'e gönderilen ordu tarafından yakalanmış ve esir olarak Medine'ye getirilmişti. Halife Hz. Ebû Bekir'in huzurunda, yaptıklarından nedâmet duyarak tekrar ihtidâ etmiş, halife de onu kendi kız kardeşiyle evlendirmişti. Dolayısıyla Kindî'nin dördüncü göbekten dedesi olan Muhammed (ö. 686) Hz. Ebû Bekir'in kız kardeşi Ümm-i Ferve'nin oğlu olduğu için, onun soyu anne tarafından bu aileye bağlanmaktadır.
Beyhakî gibi oldukça geç dönem tarihçilerinden bazıları Kindî'nin yahudi veya hıristiyan iken sonradan İslâm'ı seçen bir aileden geldiğini söylemektedir. Bu durum, yahudi ve hıristiyan kültüründe çokça kullanılan ve filozofun isim zincirinde de yer alan Yûsuf, Yâkup ve İshak gibi isimlerden kaynaklanan bir yakıştırma olabileceği gibi, bir hıristiyan olan Abdulmesih İbn İshak el-Kindî ile bir karıştırma da olabilir.
Kindî'nin ataları İslâm öncesinde olduğu gibi, İslâmî dönemde de hem Emevî hem de Abbâsî hilâfetinde önemli devlet görevlerinde bulunmuş, bu arada babası İshak İbnü's-Sabbâh (ö. 808) Abbâsî halîfelerinden Mehdî (775-785), Hâdî (785-786) ve Hârûnürreşid (786-809) zamanlarında yıllarca Kûfe valiliği yapmıştır.
Küçük yaşta babasını yitiren filozofun doğum ve ölümüyle ilgili olarak klasik kaynaklarda herhangi bir tarih mevcut değildir. Bu konuda bir yüzyıla yakın bir zamandan beri devam etmekte olan araştırmalarda bazı ipuçlarını değerlendiren araştırıcılar yaklaşık bir tarih tespitine çalışmışlardır. Söz gelimi Mustafa Abdurrâzık, özellikle Kûfe valisi olan İshak İbnü's-Sabbâh'ın Hârûnürreşid döneminin sonuna doğru 808 tarihinde ölmüş olduğunu, babası öldüğü zaman Kindî'nin henüz çocuk yaşta bulunduğunu dikkate alarak onun 801 yılında doğmuş olabileceğini söyler. Ne var ki Kindî, halife Me‘mûn'un 830 yılında kurduğu Beytü'l-hikme kadrosunda yer aldığına göre, o zaman otuz yaşlarında olması gereken filozofun, bu durumda kendisini saraya ve zamanın ilim çevrelerine kabul ettirmesi oldukça zayıf bir ihtimaldir. Dolayısıyla onun, yukarıda anılan tarihten birkaç yıl önce yani 796'da doğmuş olduğunu söylemek gerçeğe daha uygun düşecektir.
İlk gençlik yıllarını Kûfe ve Basra'da geçiren Kindî'nin tahsili hakkında herhangi bir bilgiye rastlamak mümkün değilse de dönemin anlayışı gereği okuma-yazmanın yanı sıra temel din bilgisi ve Kur'an-ı Kerim üzerine dersler aldığında şüphe yoktur. Özellikle bu iki şehirde gelişip kurumlaşan dil okulları, onun dil ve edebiyat zevkinin olgunlaşmasında önemli rol oynadı. Kelâmın Mu‘tezile elinde bağımsız bir ilim olarak şekillendiği dönemde yaşamış olan Kindî'nin Basra'da bulunduğu sırada bu mezhebin Basra ekolünden büyük ölçüde yararlandığı ve diyalektik alanındaki ilk zihnî disiplinini burada kazandığı söylenebilir. Daha sonra ilim ve kültür açısından Ortaçağın en önemli merkezi durumundaki Bağdat'a giderek öğrenimini tamamladı ve ölünceye kadar orada oturdu.
Küçük yaşta yetim kalmasına rağmen aristokrat bir aileden gelmenin kazandırdığı avantajla hayatı boyunca refah içinde yaşadığı anlaşılan filozofun, hem Bağdat hem de Basra'da emlâki bulunuyordu. Bağdat'ta kimlerden ve nasıl bir tahsil gördüğü bilinmemektedir. Fakat o, üstün zekâsı, geniş bilgisi ve başarılı çalışmalarıyla kısa zamanda halife Me'mûn'un takdirini kazanmış, sarayda mûtad olarak düzenlenen din, ilim, felsefe ve edebiyat alanındaki münâzara ve musâhabelere katılma imkânını elde ettiği gibi, Beytü'l-hikme'de çalışan bilgin, kâşif ve mütercimler kadrosu içinde yer almayı da başarmıştı.
Dokuz Abbâsî halîfesinin dönemini idrâk eden Kindî, özellikle Me'mûn (813-833), Mu‘tasım (833-842) ve Vâsık (842-847)'ın yakın ilgi ve desteğini gördü. Hatta Mu‘tasım oğlu ve veliahdı Ahmed'in eğitim ve öğretimiyle ilgilenmek üzere onu görevlendirmişti. Filozofun da eserlerinden birçoğunu bu veliahdın isteği üzerine kaleme aldığı ve ona ithaf ettiği bilinmektedir. Ne var ki, adı geçen üç halîfe Mu‘tezile mezhebini devletin resmî görüşü olarak yürütürken, daha sonra Mütevekkil (847-861) Ehl-i Sünnet yanlısı bir politika izlemiş, bu sırada Kindî gözden düşerek hayatının son yirmi yılını saraydan uzak bir şekilde, belki de münzevî olarak yaşamak zorunda kalmıştı.
Kindî'nin doğumu gibi ölüm tarihi hakkında da klasik kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. Çağdaş araştırmalarda ise 860, 866, 870 ve 873 gibi çok farklı tarihler yer almaktadır. Bunların arasında Mustafa Abdurrâzık, filozofun çağdaşı olan Câhız'ın Kitâbu'l-Hayevân ile Kitâbu'l-Buhalâ adlı eserlerinde ondan söz ederken diligeçmiş kipi kullandığına dikkat çeker. Bu kitaplardan ikincisinin 254 (868) yılında kaleme alındığı ve birincisinin ikincisinden önce yazıldığı bilindiğine göre, Kindî'nin daha önceki bir tarihte ölmüş olması gerektiğini; bunu yaklaşık 252 (866) yılı olarak kabul etmenin daha isabetli olacağını söyler. Diğer yandan De Boer onun 870 yılı civarında hayatta olduğunu iddia ederken, Brockelmann 869'dan biraz önce, Henri Corbin ise 873 yılında öldüğünü belirtir, fakat bunlar konuyla ilgili herhangi bir kaynak göstermezler. Ölümüne kronik romatizmal hastalıkların sebep olduğu anlaşılmaktadır. Söylendiğine göre dizlerindeki ağrıları önceleri yıllanmış şarapla tedavi ederken sonradan şaraba tövbe etmiş ve tedaviyi balla yapmaya başlamış, ne var ki bu durum hastalığının artmasına ve ölümüne yol açmıştır.
İslâmî ilimlerin sistematize edildiği, yabancı ilim, düşünce ve kültür ürünlerinden Arapça'ya tercümelerin Beytü'l-hikme çerçevesinde en verimli bir düzeye ulaştığı, kelâm ve felsefe alanındaki spekülasyonların alabildiğine yoğunlaştığı, çeşitli din ve mezhepler arasındaki mücadelenin kıyasıya devam ettiği IX. yüzyılda yaşamış olan Kindî, bu alanlardaki çalışma ve tartışmalara en üst düzeyde katılan ve kelâmdan felsefeye geçişi sağlayan ilk İslâm filozofudur.
Ne var ki İslâm ilim ve düşüncesinin çiçeklendiği bir sırada, yabancı kültürlere bu kadar fazla açılmanın yerli kültürü pörsütüp gelişmesini önleyeceği endişesiyle bu harekete şiddetle karşı çıkanlar olmuş ve taraflar arasındaki mücadele giderek karşılıklı suçlamalara yol açmıştır. Nitekim Kindî halîfe Mu‘tasıma ithaf ettiği İlk Felsefe Üzerine adlı eserinde bazı çevrelerin yanlış yorumlamasından çekindiği için düşüncelerini serbestçe ifade edemediğinden yakınır ve hasımlarını ağır bir dille şöyle suçlar:
?...gücümüz ölçüsünde, dilin yapısı ve zamanın anlayışına göre o fikirleri bu yolun yolcularına en kısa ve en kolay bir tarzda eksiklerini de tamamlayarak takdim edeceğiz. Bunu yaparken, zamanımızın düşünürü olarak tanındıkları halde gerçekten uzak bulunanların yanlış yorumlamalarından çekindiğimiz için, iltibası gerektiren karmaşık noktaları uzun uzadıya tahlil yerine kısa kesmek zorunda kaldık. Lâyık olmadıkları halde hakkı temsil durumunda olsalar da bunların kıt zekâları gerçeğin esprisini anlamaktan âcizdir. Bilgileri ise yüksek düşünce sahiplerini takdir etme, yararı herkese ve onlara da dokunacak olan ictihad yapma düzeyinde değildir. Bunların hayvânî nefislerinde yer eden haset kiri ve düşünce ufuklarını kapayan karanlık gerçeğin nûrunu görmelerini engellemiştir. Saldırgan ve zâlim düşman durumunda olan bunlar, haksız yere işgal ettikleri kürsüleri korumak için elde edemedikleri ve çok uzağında bulundukları insânî fazîletlere sahip olanları aşağılarlar. Amaçları riyâset ve din tâcirliğidir. Oysa kendileri dinden yoksundur.?
Kindî'nin kıt zekâlılıkla, anlayışsızlıkla, hatta dinsizlikle suçladığı ve zâlim düşman durumunda gördüğü hasımlarının kimler olduğunu tesbit etmek mümkün değilse de bunların selefî akîdeyi temsil eden hadisçilerle kelâmcılar olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bir zamanlar hadis ilmiyle uğraşırken, halkı felsefe ile ilgilendiği için Kindî aleyhinde kışkırtan Ebû Ma‘şer el-Belhî'nin bu tavrını filozof, zekîce geliştirdiği bir planla boşa çıkarmayı başarmış ve onun önce matematik ve geometri, daha sonra da astroloji ile ilgilenmesini, böylece hasmının matematik ve diğer aklî ilimlere sempatiyle bakmasını sağlamıştır.
Ebû Ma‘şer el-Belhî'den kaynaklanan tehlikeyi zekâsı sayesinde kolayca atlatan Kindî, Benî Mûsa (Mûsa Oğulları) diye bilinen büyük matematikçi ve astronom Muhammed ve Ahmed isimli kardeşlerin kıskançlıkları sonucu düzenledikleri komplodan kurtulamamıştır. Filozofun halîfe Mütevekkil nezdinde ne ile suçlandığı bilinmemektedir. Fakat bilinen o ki, halîfe filozofumuzu dayakla cezalandırmış ve adı geçen iki kardeş de Kindî'nin zengin kütüphanesine el koyarak "Kindî Kütüphanesi" adıyla müstakil bir kütüphane kurmuşlar, ancak gelişen bazı olaylar sonucunda kütüphaneyi iade etmek zorunda kalmışlardı. Adı geçen iki kâşif kardeşin hadîs, kelâm ve felsefe ile bir ilişkisi bulunmadığına göre Kindî'ye karşı olan düşmanca tavırlarının sadece onun şöhretini kıskanmaktan ileri geldiği söylenebilir. Bazı araştırıcılar ise halîfe Mütevekkil'in filozofu dayakla cezalandıracak kadar ileri gitmesine sebep olarak onun Mu‘tezilî eğilimli olmasını ve akla nakilden daha çok önem vermesini gösterirler. Gerçek o ki, Kindî Mu‘tezile kelâmcısı olmamakla birlikte Mu‘tezilî fikirlerin yaygın ve hâkim olduğu bir ortamda yetişmiş, dolayısıyla bu mezhebin öne aldığı birçok problemle o da yakından ilgilenmiştir.
Şahsiyeti
Kindî'nin doğumu, ölümü ve eğitimi hakkındaki belirsizlik şahsiyeti için de söz konusudur. Soylu, zengin bir aileden gelmesine ve refah içinde yaşamasına rağmen o, kaynaklara cimri olarak geçmiştir. Tarihe böylesine kötü bir şöhretle geçmesine sebep Câhız'ın Kitâbu'l-Buhalâ'da onun cimriliğini karikatürize etmesidir. Ne var ki oğlu Ebu'l-Abbas Muhammed'e yazdığı rivâyet edilen vasiyette geçen: "Yavrucuğum, insanlarla ilişkin satranç oyuncusu gibi olmalı, onun taşını alırken kendininkini korumalısın!", "Para kuş gibidir, elinde tuttuğun sürece o senin, uçtuğu zaman başkasınındır.", "Cimriliğin değerini şundan anla ki «hayır!» derken başın yukarıda, «evet» derken aşağıdadır." gibi ifadeleri onun aşırı derecede tutumlu olduğunu göstermektedir. Yörede nâdir bulunan hayvanları evinde besleme gibi bir tutkusu da bulunan filozofun bu denli hasîs oluşuna bir anlam vermek cidden zordur. Şu var ki mal konusunda aşırı cimri olan Kindî ilim ve düşünce alanında son derece cömert davranmış, geriye, çağındaki tüm bilgi dallarını kuşatıcı mâhiyette 270 civarında eser bırakmıştır.
Gerek düşünce sistemi, gerekse özel hayatı diğer filozoflarınkiyle kıyaslandığında Kindî'nin İslâm ilkelerine daha çok bağlı olduğu görülür. Yakalandığı hastalığı şarapla tedavi ederken günah endişesiyle bundan vazgeçerek bal ile tedaviye başlaması onun dînî açıdan ne derece duyarlı bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Ayrıca günümüze kadar ulaşan eserlerinde dince kutsal sayılan kavramları ifade ederken son derece ölçülü ve saygılı davrandığı gözlenmektedir.
Felsefî ve ilmî kişiliğine gelince genellikle klasik kaynaklar ondan şu şekilde sitâyişle bahsederler: "O, tüm antik ilimleri kuşatan, bilgisiyle çağının biricik âlimi ve hükümdar soyundan gelen bir Arap filozofudur.", "İslâm milletinde Yunan, Fars ve Hind felsefelerinde derinleşmiş, astroloji ve diğer ilimlerde uzman, hükümdar soyundan gelen bir Arap filozofudur.", "Yaşadığı dönemde o, İslâm filozofu diye adlandırılmıştı.", "O, ilmin derinliklerine dalan, aklî ilimlerle şeriatı uzlaştıran ve birçok eseri bulunan bir mühendisti?.
Ebû Süleyman es-Sicistânî'nin Sıvânu'l-hikme adlı eserini ihtisar eden Ömer İbn Sehlân es-Sâvî ise Kindî'nin İslâm ilim ve düşünce tarihindeki seçkin yerini ve öncülüğünü belirtirken şöyle demektedir: "Araplara ait ilimlerdeki derinliğinden, nahiv, şiir, astroloji, tıp, çeşitli bilgi ve sanat dallarındaki üstün başarısından başka felsefe, matematik ve bunlara ilişkin alanlarda müslümanlardan ilk yetişen odur. Öyle ki bu kadar bilgiyi bir insanın elde etmesi az görülmüştür. Eserlerinin listesi ise bir tomar kağıt tutmaktadır. Me'mûn döneminde Kindî'den önce, çoğunluğu hristiyan olan ünlüler varsa da İslâm toplumunda bu yolu ilk açan o olmuş, sonraki müslümanlar da onu takip etmişlerdir.?
Gerçekten de hemen her alanda kaleme aldığı müstakil eserlerle Süryânî bilgin ve mütercimler karşısında İslâm toplumuna moral güç kazandıran ve ilk kez bu toplumun felsefeyle tanışıklığını sağlayan Kindî olmuştur. Böylece kendinden sonraki nesle zengin bir ilim ve felsefe literatürü bırakırken, Târifler Üzerine adlı eseriyle de kullandığı terminolojiyi ayrı bir eserde toplamayı ihmal etmemiştir.
Ne var ki herhangi bir konuda ilk olmanın insana sağladığı avantajın yanı sıra birtakım dezavantajlar da olacaktır. Nitekim Kadı Sâid Kindî'nin mantık alanındaki eserlerinin çok az yararlı olduğunu, çünkü doğruyu yanlıştan ayırmada temel bir yöntem olan analiz yönteminden (sınâ‘atu't-tahlîl) yoksun bulunduğunu iddia etmektedir. Ona göre, Kindî eserlerinde daha ziyade sentetik bir yöntem (sınâ‘atu't-terkîb) uygulamıştır; oysa ki bu yöntemden ancak mantığı iyi bilenler yararlanabilir. Adı geçen kültür tarihçisinin bu konuda son sözü şöyledir: "Bilmiyorum, bu değerli yöntemi kullanmaktan Yakûb'u alıkoyan bilgisizliği mi, yoksa kıskançlığı mı? İki durumdan hangisi olursa olsun bu onun için bir eksikliktir."
Ne var ki Kindî'nin günümüze intikal eden eserlerindeki mantıkî tahliler karşısında Kadı Sâid'in bu görüşüne katılmak pek mümkün gözükmemektedir. Kaldı ki o, Aristoteles'in Kitaplarının Sayısı Üzerine adlı risâlesinde bunları konularına göre tasnif etmiş ve her eseri muhtevasıyla birlikte tanıtmıştır. Bu arada Organon' un üzerinde daha çok durarak iki ayrı yerde bunun mâhiyet ve fonksiyonunu ayrıntılı bir şekilde vermiştir. Bununla birlikte Kindî'nin mantıkla ilgili on kadar eserinden hiçbiri günümüze ulaşmadığından bu konuda kesin bir yargıda bulunmak güçtür.
Diğer yandan Lâtin Ortaçağında Alchindus olarak tanınan Kindî, Lâtince'ye çevrilen eserleriyle -Doğu'da olduğu gibi- haklı bir üne sahiptir. Nitekim İtalyan filozofu ve matematikçisi Cardanus Hieronimus (ö. 1576) De Subtilitate adlı kitabında dünyaca ünlü oniki seçkin düşünür ve bilgin arasında Kindî'yi de zikreder ve "Kindî de yine müellifler için örnek bir Arap değil mi? İbn Rüşd de ondan söz eder. Onun basımını sunacağımız altı nicelik hesabıyla ilgili bir risâlesi vardır. Bu risâle bu konuda Kindî'den daha iyisi (daha uzmanı) bulunmadığına tanıktır" diyerek sitayişle bahsetmektedir.
Kindî ve Mu‘tezile
Çağdaş araştırmalarda Kindî'nin Mu‘tezile ile olan ilişkisine dikkat çekilmiş ve bazı ortak problemler üzerinde durmaları sebep gösterilerek o bir Mu‘tezilî veya bu yöndeki eğilimleri ağır basan, kelâmdan felsefeye geçişi sağlayan bir filozof olarak takdim edilmiştir. Şüphesiz bir insanı yaşadığı dönemin sosyal ve kültürel ortamından soyutlayarak değerlendirmek mümkün değildir. Dolayısıyla bir düşünür olarak Kindî de Mu‘tezile gibi o günkü İslâm toplumunun gündeminde bulunan problemlere eğilmiştir. Sözgelimi İlk Felsefe Üzerine adlı eseri başta olmak üzere Türkçeye tercüme edilen felsefî risâlelerinde âlemin ezelîliğini savunan dehrîlere (ateistler) karşı onun yaratılmışlığını mantıkî ve matematik delillerle temellendirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan o, İslâm inanç ve kültür değerlerini savunmak amacıyla hasım çevrelere karşı birçok reddiye kaleme almış; bu cümleden olarak Risâle fî nakzı mesâili'l-mülhıdîn'de dehrîleri; Risâle fi'r-redd ale'l-mâniyye ve Risâle fi'r-redd ale's-seneviyye adlı iki çalışmada İslâm için büyük tehlike oluşturan ve İran aydınlarından kaynaklanan manişeist telakkîleri; Risâle fî tesbîti'r-rusül'de genellikle Hind düşüncesinin etkisinde kalarak nübüvveti inkâr edenleri; Makâle fi'r-redd ale'n-nasârâ'da ise hıristiyanlığı eleştirmiştir.
Kelâmın amacı İslâm inançlarını temellendirmek ve hasımları tarafından İslâm'a yöneltilen eleştirilere tutarlı bir biçimde cevap vermek olduğuna göre şüphesiz Mu‘tezile kelâmcıları Kindî'den önce bu alanlarda çeşitli reddiyeler yazmışlardı. Ayrıca o, Mu‘tezilî görüşlere paralel olarak "salah" ve "aslah" ilkesi üzerinde durduğunu, fakat bunu ferd düzeyinde değil, varlık düzeni (nizâmu'l-kevn) çerçevesinde mütalaa ettiğini; Allah'ın fiillerinin tümüyle âdil olduğu ve burada zulme yer bulunmadığını; günümüze kadar ulaşmayan Risâle fi'l-istitâ‘a ve zamâni kevnihâ adlı eserinde irâde problemi üzerinde durduğunu; nihâyet varlığın oluşumunda ve olayların meydana gelişinde sebep-sonuç arasında bazı mutavassıt etkenlerin bulunabileceğini (tevellüd nazariyesi) bir ilke olarak savunduğunu bilmekteyiz.
Ne var ki Walzer'in iddia ettiğinin tersine, Mu‘tezilî görüşlerin resmî devlet politikası haline geldiği bir dönemde yaşamış olan filozofun aynı problemler üzerinde durmuş olması onun da Mu‘tezilî olduğunu göstermez. Zira burada önemli olan konu ve amaç birliği değil, uygulanan metod ve kullanılan terminolojidir. Bu açıdan bakıldığında Kindî'yi Mu‘tezile safında görmeye imkân yoktur. Bilindiği gibi o dönem kelâmcıları metod olarak "cedel"i, Kindî ise "burhan"ı kullanmıştır. O, sistemini kurarken daha çok matematiksel ve mantıkî kanıtlamalara başvurur. Mantıkî isbat konusunda en çok "kıyâsu'l-hulf" denen ve iki görüşten birinin yanlışlığını göstermek suretiyle ötekinin doğruluğunu ortaya koyma yöntemini benimser. Bir bakıma bu, Eflâtun'un "dikotomi" yöntemini hatırlatmaktadır. Terminolojiye gelince, Kindî kelâmcılarınkinden farklı bir terminoloji kullanmış, yukarıda ifade edildiği üzere bunları Tarifler Üzerine adlı eserinde kitaplaştırmıştır. Kaldı ki şayet o Mu‘tezilî olsaydı şimdiye kadar kelâm literatüründe ve tabakât kitaplarında yerini almış olması gerekirdi. Oysa klasik ve modern kaynakların tümünde o, İslâm felsefesini kuran ilk filozof olarak takdim edilmektedir.
Bütün bu anlatılanlardan sonra De Boer'un: "Kindî, mu‘tezilî bir mütekellim ve Neo-Pitagorik tesirler altında kalmış Neo-Platoncu bir filozoftur." şeklindeki değerlendirmesine ve Hilmi Ziya'nın onu önce Aristocu, sonra Aristo ile Eflâtun'u uzlaştırmaya çalışan, daha sonra Yeni-Eflâtuncu ve nihâyet İslâm'daki yaratma düşüncesinde karar kılan bir filozof olarak göstermesine katılmak mümkün değildir. Eğer adı geçen felsefe tarihçileri Kindî'nin özellikle İlk Felsefe Üzerine ve Nefis Üzerine adlı eserlerini inceleme imkânını bulmuş olsalardı, İskenderiye okulunun Süryânî mütercimler kanalıyla gelen ürünlerini İslâmî görüş açısından nasıl bir arada değerlendirdiğini, dolayısıyla onun düşünce sisteminde iddia edildiği şekilde birtakım aşamaların bulunmadığını göreceklerdi.
Kindî ve Tercüme Olayı
Kindî ile ilgili klasik kaynaklarda ve modern araştırmalarda tartışmalara konu olan bir diğer husus da onun, Beytü'l-hikme kadrosundaki meşhur mütercimlerle yakın ilişki içinde bulunuşundan hareketle Süryanca ve Grekçe'yi bilip-bilmediği ve bu dillerden çeviri yapıp-yapmadığı meselesidir. Kültür tarihçilerinden İbn Cülcül onu, birçok felsefe kitabını tercüme eden ve felsefenin karmaşık problemlerini açıklığa kavuşturan bir tabip ve filozof olarak tanıtmakta, İbnü'l-Kıftî ise Batlamyus'un Kitâbu Ciğrâfiyye el-ma‘mûreti mine'l-arz adlı eserini Süryanca'dan Arapça'ya çevirenin Kindî olduğunu söylemekte, fakat İbnü'n-Nedîm bu eserin adını Kitâbu Ciğrafya fi'l-ma‘mûr ve sıfati'l-arz şeklinde vererek bunun Kindî adına kötü bir tercümesinin yapıldığını, sonradan Sâbit (İbn Kurre) tarafından başarılı bir çevirisinin vücuda getirildiğini bildirmektedir. İbn Ebî Usaybi‘a, bu konuda daha da ileri giderek Ebû Ma‘şer'in Şâzân İbn Harb'in el-Müzekkerât adlı eserinden yaptığı alıntıya dayanarak İslâm toplumunda Huneyn İbn İshak, Sâbit İbn Kurre ve Ömer İbn Ferruhân ile birlikte Kindî'yi en başarılı dört mütercimden biri olarak göstermektedir. Ne var ki ilk üçü için doğru olan bu iddianın Kindî için pek geçerli olduğu söylenemez. Zira anılan iki dilden özellikle Süryanca'yı bildiği kabul edilse dahi tercüme yapacak kadar bildiğini savunmak zordur.
Kindî daha çok, yapılan tercümeleri kontrol ederek dil, uslûp ve terminoloji açısından gerekli düzeltmeleri yapmaktaydı. Sözgelimi yanlışlıkla Aristo'ya mal edilen ve Plotinus'un Enneades adlı eserinin IV-VI bölümlerinden ibâret olan ve Theologia adıyla anılan eseri Abdulmesih İbn Nâime el-Hımsî'ye tercüme ettirmiş, sonra kendisi üzerinde gerekli düzeltmeleri yaparak halîfe Mu‘tasım'ın oğlu Ahmed'e takdîm etmişti. İbnü'n-Nedîm ise Kindî'nin anılan kitabı tefsir ettiğini söylüyorsa da her halde buradaki tefsiri, bilinen anlamıyla değil, dar anlamıyla yani bazı müdahaleler ve düzeltmeler şeklinde yorumlamak yerinde olacaktır. Hatta tercüme olayını da bu bağlamda anlamak mümkündür. Zira iddia edildiği gibi o, anılan ünlü mütercimler arasında yer almış olsaydı yaptığı tercümeler bir veya iki eserle sınırlı kalmaz, diğerlerininki gibi bir literatür oluşturacak kadar çok olurdu.
Bu konuda bir başka husus da şudur: Şayet filozofumuz anadilinden başka dillere âşina olsaydı en azından Fârâbî'nin Kitâbu'l-Hurûf ve el-Elfâzul-müsta‘mele fi'l-mantık adlı eserlerinde Arapça kavram ve terimlerin Grekçe, Süryanca, Farsça ve Soğudça'sını vererek birtakım mukâyeselere girişmesi gibi onun da en azından bazı terimlerin bu dillerdeki karşılıklarını vermesi gerekirdi. Oysa bugün mevcut olan eserlerinde böyle bir şeye rastlayamıyoruz. Sadece bir istisna olarak Târifler Üzerine'de intikam duygusu demek olan "ez-zahl" teriminin Yunanca'da gizlilik ve gözetme anlamına gelen kelimeden türetilmiş olduğunu söyler. İşte yukarıdan beri gösterilen gerekçelerden ötürü Kindî'nin bu dilleri tercüme yapacak kadar bildiği ve hatta ünlü bir mütercim olduğu yolundaki görüşlere katılmak mümkün görülmemektedir.
Eserleri
İslâmî ilimlerin tedvin edildiği, Eskiçağ ilim ve düşünce ürünlerinin Arapça'ya yoğun bir şekilde çevirildiği dönemde yaşamış olan Kindî, gerek teorik, gerekse pratik bilgi şubelerinin hepsine ilgi duyan, felsefeden tıbba, matematikten astronomiye, ilâhiyattan siyasete, psikolojiden diyalektiğe, astrolojiden kehânete ve nihayet kimyadan leke tozuna kadar her alanda eser vererek zengin bir külliyat vücuda getiren ansiklopedik bir filozoftur. Eserlerinin klasik kaynaklarda yer alan listelerine bakıldığında, çoğunluğu risâle (kitapçık) mâhiyetinde olmak üzere, bunların sayısının 228-281 arasında değiştiği görülür. Bunlardan önemli bir kısmını talebesi ve halîfe Mu‘tasım'ın oğlu ve veliahdı olan Ahmed'in isteği üzerine kaleme almış ve ona ithaf etmiştir. Bu kadar çok kitap yazmasının, o günün İslâm toplumunda özellikle aklî ilimler alanındaki boşluğu doldurma düşüncesinin bir sonucu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Aynı konuda birden çok eser yazması ise bir konu hakkında kendisinden muhtelif zamanlarda bilgi isteyen dost ve talebelerine verdiği hemen hemen aynı mâhiyetteki cevapların sonradan literatüre farklı isimlerle geçmiş olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Nitekim Âlemin Sonluluğu Üzerine, Sonsuzluk Üzerine ve Allah'ın Birliği ve Âlemin Sonluluğu Üzerine adlı risâleler bu görüşün doğruluğunu destekler mâhiyettedir.
Kindî'nini eserlerini konularına göre on yediye ayırarak sistematik bir tasnife tabi tutan ve düzenlediği listede bunların sayısını 241 olarak tespit eden ilk kaynak İbnü'n-Nedîm'dir.Sonradan İbnü'l-Kıftî bu sistematiğe bağlı kalmakla birlikte listesinde verdiği eser sayısı 228'dir. Ne var ki bu iki müellifin sistematik tasniflerinin çok dikkatli yapıldığı söylenemez. Sözgelimi fizikle ilgili Sem‘ul-kiyân adlı risâle mantık kitapları arasında; psikoloji alanına girmesi gereken aklın mâhiyet ve fonksiyonunu konu alan fi'l-Akl isimli risâle ise felsefeyle ilgili kitaplar arasında gösterilmiştir. İbn Ebî Usaybia ise herhangi bir tasnife yer vermeksizin listesinde 281 eserin adını sayar.
Bir asrı aşkın bir zamandan beri Kindî üzerindeki modern araştırmalar devam etmekte ve eserleriyle ilgili çeşitli kataloglar vücuda getirilmektedir. Bu cümleden olarak İzmirli İsmail Hakkı Felsefe-i İslâmiyye Tarihi I, el-Kindî (İstanbul, 1338) adlı çalışmasında daha çok İbnü'n-Nedîm ve İbn Ebî Usaybia'nın listelerine dayanarak yeni bir liste düzenlemiş, eser sayısını 272 olarak tesbit etmiştir.Abbas el-Azzâvî bu eseri Feylesûfu'l-Arab Ya‘kûb İbn İshâk el-Kindî (Bağdad, 1382/1963) adıyla Arapça'ya çevirmiş, gerekli dipnotlardan başka sonuna "Müellefâtü'l-Kindî ve eseruhâ fi'l-evâsıtı'l-ilmiyye" başlığı altında bir bölüm de eklemiştir.
Bu konuda en kapsamlı çalışmayı et-Tesânîfü'l-mensûbe ilâ feylesûfi'l-Arab (Bağdad, 1382/1962) adlı bibliyografik eseriyle Yusuf Makkarsî el-Yesû‘î'nin yaptığını belirtmemiz gerekir. Üç bölümden oluşan bu araştırmanın birinci bölümünde müellif klasik kaynaklara, modern araştırmalara ve çeşitli kataloglara dayanarak Kindî'ye ait olduğu iddia edilen 361 eseri tanıtmıştır. İkinci bölümde ise bu külliyattan günümüze kadar gelmiş olanların bulundukları kütüphaneleri, yayımlananları, gerek ortaçağda gerekse modern dönemde çeşitli dillere çevrilenleri araştırarak bunların 83 adet olduğunu tespit etmiştir. Üçüncü bölümde de yukarıda adları anılan üç klasik kaynakta yer alan listeleri vermiş, bu arada İbn Ebî Usaybia'nın listesindeki eserleri el-Fihrist'i örnek alarak 17 başlık altında tasnif etmiştir. Bu çalışmadan dört yıl sonra George N. Atiyeh Al-Kindî The Philosopher of The Arabs (Rawalpindi, 1966) adlı eserinin sonunda (s. 148-207), klasik kaynakların yanısıra daha ziyade Makkarsî'ye dayanarak Kindî'nin eserlerini oldukça ayrıntılı bir biçimde tanıtmış ve külliyatın 270 kitaptan oluştuğunu tespit etmiştir.
Bütün bunlardan sonra külliyattan ancak çok az bir kısmının günümüze intikal edebildiğini dikkate alarak hem klasik kaynaklarda hem de modern araştırmalarda verilen listeleri ihtiyatla karşılamak gerekir.